GüLMEYI UNUTMUş TOPLUMUN ASıL MERAK ETTIğI KONU: CHP YüKSELIşI KALıCı OLACAK Mı?

Kamuoyunun merak ettiği asıl soru CHP yükselişinin kalıcı olup olmayacağı ya da yükselmeye devam edip etmeyeceği. Çünkü henüz yayınlanan araştırmalar bu eğilimi belirleyecek toplumsal dip dalgalar ve dinamikler konusunda yeterince veri sunmuyor

Kamuoyuna açıklanan siyasi eğilim araştırmalarında partilerin oy oranlarında farklılaşmalar olsa da genel bir toplumsal eğilim dikkati çekiyor. Ak Parti oy kaybediyor ve yüzde otuzların altına inerek ikinci parti konumuna düşerken, iktidar ortağı MHP ortalama yüzde 10 mertebesindeki oy desteğini koruyor. İkinci ortak eğilim CHP oy oranları ve aydan aya değişimleri üzerinde araştırmalar arasında bazı dikkat çekici farklılıklar olsa da birinci parti konumunda, yıllar sonra ilk kez yüzde 30 üzerinde seyrediyor.

Araştırmalar arasında üçüncü ortak eğilim kararsız seçmen oranının yüksekliği. Aslında bu noktada matematiksel bir mesele var. Kararsız seçmen oranı yükseldikçe ister düz oransal dağıtım ister özel yöntemlerle dağıtım yapılsın doğrudan tercihlerdeki partiler arası sayısal farklar büyüyor. O nedenle sonuçtaki CHP oy oranı ile Ak Parti oy oranı arasındaki kimi zaman 7-8 puanlık sayısal fark gerçekte seçmen zihninde bu kadar olmayabilir. Seçimin gündemde olmadığı bir dönemde kararsızlar dağıtılmadan önceki doğrudan söylenen parti tercihleri oranları arasındaki farkların gerçekliğe daha yakın olduğunu akılda tutmak gerekir.

Yine de şurası kesin, Ak Parti seçmen desteği de örgütsel moral ve motivasyon olarak da çözülmeye başlamış görünüyor. Bu çözülme aslında 2019’dan beridir yönetim sorunlarından, pandemiden ve ekonomik buhrandan dolayı gözleniyordu. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki Cumhur İttifakı’nın sayısal sonucu genel gidişattan bir sapmaydı. Bunun nedenlerini de çokça tartıştık. Bugün artık çözülme Ak Parti seçmeninin önemli bir kısmında kalıcı bir kopuşa dönüşmüş durumda. Nitekim yayınlanan araştırmalardan da bu gözlemi yapmak mümkün.

Kamuoyunun merak ettiği asıl soru CHP yükselişinin kalıcı olup olmayacağı ya da yükselmeye devam edip etmeyeceği. Çünkü henüz yayınlanan araştırmalar bu eğilimi belirleyecek toplumsal dip dalgalar ve dinamikler konusunda yeterince veri sunmuyor.

Toplumsal eğilimler ve psikoloji konusunda yeterince yerel araştırma veri ve bulgusu yok elimizde. Fakat Gallup’un “2024 Küresel Duygular Raporu” ilginç veriler sunuyor. 142 ülkeye dair bulguları içeren ve kıyaslayan Gallup raporunun ana sonucu 2023’te dünya genelinde olumlu duyguların pandemi öncesi seviyelere geri dönmüş olması. Rapora göre özellikle stres, pandemi seviyelerinin altına düşmüş durumda. Ama Türkiye, düşük pozitif deneyim skoru ile dikkat çekiyor ve 2020’den beri en düşük puan alan ülkeler arasında yer alıyor.

Endişe ve kaygı

Küresel bulgular arasında en önemlisi dünya çapında yetişkinlerin yüzde 23’ünün, önceki günün çoğunda yalnızlık yaşadıklarını, yalnız hissedenlerin arasında yüzde 54’ünün de aynı zamanda üzüntü yaşadıklarını söylemiş olmaları. Bu küresel bulgu önümüzdeki dönemde dünya nüfusundaki demografik, aile ve hane yaşamındaki kültürel ve gündelik yaşam ritmindeki zihinsel değişimlerin ürettiği önemli bir dip dalgaya işaret ediyor.

Gallup raporunun Türkiye toplumuna dair bulgularına dönersek, toplumun yüzde 34’ü bir gün önce öfke yaşadığını, yüzde 58’i stres, yüzde 26’sı üzüntü, yüzde 44’ü endişe, yüzde 23’ü ağrı yaşadığını söylemiş.

Yaşanan, hissedilen olumlu duygulara dair veriler ise daha vahim bir toplumsal ruh hali gösteriyor. Bir gün önce zevk hissettiğini söyleyenler yüzde 42, zevki hissetmediğini söyleyenler yüzde 55, kendini dinlenmiş hissedenler yüzde 56, dinlenmiş hissetmeyenler yüzde 43, gülümseyenler yalnızca yüzde 37, gülümsememiş olanlar yüzde 59, bir gün önce bir şey öğrenenler yalnızca yüzde 23, öğrenmeyenler yüzde 75, saygıyla davrandığını söyleyenler yüzde 75, saygısızca davrandığını söyleyenler yüzde 19 oranında.

Türkiye toplumu öfke yaşamışlık bakımından 142 ülke arasında 16’ncı sırada, üzüntülü olmak bakımından 8’inci sırada, hayattan zevk almamak konusunda 9’uncu sırada, gülümsememiş olmak bakımından 2’nci sırada yer almış. Diğer duygularda da ortalamalara yakın oranlarda seyretmiş.

Oranlara, sıralara bakıldığında tüm toplumların endişeli olduğu görülüyor. Okurlar anımsayacaktır, tüm güncel meselelerin ve gerilimlerin ötesinde bugünün gündelik hayat ritminin hızlandığını, çok aktörlü, çok boyutlu bir gündelik yaşamın içinde olduğumuzu sıkça yazıyorum. Bu durum belirsizlik ve karmaşıklık esaslı bir hayatla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. Karmaşıklık ve belirsizlik esaslı bir hayat da bireysel ve toplumsal ruh halinde endişe ve kaygı üretiyor. Endişe ve kaygı bugünün gündelik hayat ritmi içinde ana karakterlerden birisi. Her ülkenin kendi meseleleri, küresel gerilimler ve de siyasi kararlar bu endişe duygusunu korku politikalarına zemin hazırlar hale getiriyor. Yirmi, otuz yıl öncenin ana dürtüsü merak ve dışa dönüklük iken bugün endişe, kaygı, korku duygularıyla tespih böcekleri gibi büzülmüş durumdayız. Bireysel hayatlarımızda da, ortak hayatlarımızda da, evimizde, işyerimizde, klanlarımızda, cemaatlerimizde, kimliklerimizde.

Raporun Türkiye’ye dair bulguları yaşayarak, gözleyerek, sezerek ve araştırmalardan da öğrenerek bildiğimiz bir gerçekliği önümüze koyuyor. Toplum gülmeyi, zevk almayı unutmuş durumda.

Geleceğimiz ve hatta bugünkü hayatımız, güvenliğimiz, ailemiz için endişeli ve yaşamak zorunda bırakıldıklarımıza karşı öfkeliyiz.

Sorunları tespit konusunda çoğunlukla hemfikiriz, gelecek konusunda endişeliyiz, ama sorunların çözümleri konusunda ortaklıklarımız yok hatta kafamız da karışık.

Bakın son haftalardaki orman yangınları etrafındaki, göçmenler hakkındaki, bazı idari ve yargı kararları hakkında, bakın minik Narin’in katledilişi ve nedenleri hakkındaki tartışmalara hep aynı endişeyi, öfkeyi görüyoruz.

Üç dönem kuralı

Gallup raporundaki bulgular spekülatif ya da popüler sayılardan ibaret bir hayatla karşı karşıya olmadığımızı, toplumun da tüm yaşananları gündelik hayatında, duygularında hissettiğini gösteriyor.

Toplum ülkenin yönetilemediği hakkında neredeyse ortak kanaate yaklaşmış durumda. Ama nasıl ve kimin tarafından yönetilmesi gerektiği konusunda henüz iktidarı belirleyecek büyüklükte bir seçmen mutabakatı oluştuğunu söylemek zor.

O nedenle ve doğal olarak gözler muhalefete ve özellikle de CHP’ye bakıyor. İktidar kanadının stratejileri belli. Bir yandan tüm kurumların içi, anlamı, fonksiyonu boşaltılıyor, omurgaları kırılıyor. Diğer yandan yalnızca finansal politikalarla ekonominin harareti düşürülmeye çalışılıyor. Kurumsal değişikliler maarif stratejisinde, yüksek yargının fonksiyonlarında, denge denetleme mekanizmalarının yok sayılmasında, dış politikada kalıcı sonuçlar ve sorunlar üretirken ekonomi politikalarında güncele sıkışılmış durumda.

Yaşadığımız devlet, yönetim, demokrasi krizi ve siyasal, ekonomik, toplumsal krizler yumağı. Buradan çıkış, devleti, sosyal devleti, denge denetleme mekanizmalarını, yargıyı, ekonomiyi yeniden yapılandırmak. Çok yol geldik ve buradan düzeltmelerle değil hemen her konuda çok daha radikal, devrimci atılımlarla çıkmak mümkün. Üstelik bu hamle Türkiye’den öteye dünyaya bir iddia ve model önermek zorunda.

Cumhuriyet’le somutlaşmış Türkiye’nin muasır medeniyete ulaşma iddiasının önünde bir model vardı. Bugün o model de krizde. O krize bakarak BRICS gibi Şanghay Beşlisi gibi ne olduğu bile belli olmayan arayışlar yerine muasır medeniyete yeni bir can, ruh üflemek iddiası Türkiye’yi başka bir yere taşıyabilir.

Ancak böylesi bir gelecek hayali ve iddiasına dayanan siyasi hamle toplumsal ruh halini olumluya, heyecana, umuda çevirebilir.

CHP bunun farkında mı, değişim iddiaları bu kapsamda mı henüz bilmiyoruz. Henüz elimizdeki ölçü Özgür Özel’in parti liderliğinin siyaset tarzında yapmaya çalıştığı değişimler. Bu bakımdan kurultay CHP’nin değişme arzusu ve kararlılığı konusunda ipuçları verebilirdi.

CHP’nin tüzük değişikliği gündemiyle toplanan kurultayı tüzüğündeki 28 maddede değişiklikle tamamladı. Değişen maddelerin bir kısmı parti üst yönetiminde hiyerarşik düzenlemelere, bir kısmı kongrelerde başkan adaylığına dair sayısal yöntem değişikliklerine dair.

Değişiklikle, TBMM üyeliği için adayların belirlenmesine yönelik yöntemlerin, ön seçim, örgüt denetiminde ön seçim, aday yoklaması, örgüt denetiminde aday yoklaması, merkez yoklaması olduğu belirtildi. Tüzüğe göre, hangi seçim çevresinde hangi yöntemin uygulanacağına, il örgütlerinin görüşü doğrultusunda parti meclisince karar verilecek. PM, TBMM üye tamsayısının yüzde 15’i kadar sırayı genel merkez kontenjanı olarak belirleyebilecek.

Değiştirilen tüzüğe göre, bir kişi en fazla üç dönem üst üste milletvekili seçilebilecek. Üç dönem kuralı yerel seçimlerde aday belirleme sürecinde de uygulanacak, bir kişi en fazla üç dönem üst üste belediye başkanı, belediye veya il genel meclis üyesi seçilebilecek.

Partiye davet vurgusu

Yerel seçim aday tespit sürecinde ön seçim, örgüt denetiminde ön seçim, aday yoklaması, örgüt denetiminde aday yoklaması yöntemlerinde dönem koşulu aranmayacak. Değişikliklerin bir kısmı da bazı kadın, gençlik, engelli kotalarında düzenlemelere dair.

Bu değişikliklerin partinin örgütsel değişimini sağlayacağını, yeni insanlarla, yeni üyelerle değişimi sağlayacağını öngörmek zor ne yazık ki. Hala partinin parti içi demokrasi konusunda kararlı olduğunu da söylemek zor. Yargıç gözetiminde yapılmayan ön seçimlerin, yoklamaların ne anlama geldiğini partilerle ilgilenen herkes biliyor. Tüzük değişikliklerini hazırlayanların, onaylayanların da yeni kuralların nasıl kullanılacağı konusunda bir tereddütlerinin olmadığını sanıyorum.

Nitekim kurultayın sonuç bildirgesinde kuvvetli biçimde genç insanları partiye davet vurgusu yok. Ama “İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayı’nın Sonuç Bildirgesi” başlıklı metinde dikkati çeken bazı noktalar var. Birincisi ülkenin krizi ile küresel krizlerin iç içe oluşuna dair tespitler, partinin kökü, geçmişi ve değişim kapasitesine dair iddialar önemli vurgular içeriyor.

Asıl önemli iddia ise “Bugün de partimiz büyük bir değişim süreci içerisindedir ve bu değişim sürecinin bir önemli özelliği ve bileşeni de parti programımızı günün koşullarına uyumlu hale getirmektir” vurgusu.

Parti herhalde üyelik, kongreler ve adaylar meselesinde parti içi demokrasiyi inşa edecek tüzük değişikliği konusunda ikircikli olduğunun bilincinde olarak program değişikliği için kapsamlı bir katılımcı model tanımlamış. Bu model hayata geçirilebilirse partinin yeni bilimden, teorilerden, tartışmalardan beslenmesi mümkün olacak.

Sorun şurada ki parti programda, politikalarda, siyaset tarzında değişecek ama bu değişimleri bildik parti örgütü taşıyacak, toplumsallaştıracak, hayata geçirecek. Bu mümkün mü, göreceğiz.

Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

]]>

2024-09-15T20:08:31Z dg43tfdfdgfd