FRANSA'DA BöLüNMüş BIR HüKüMET, AB'NIN SIYASI VE FINANSAL ISTIKRARıNA RISK OLUşTURABILIR MI?

Görünen o ki Fransa'da erken genel seçimlerin ikinci turu ardından oluşacak yeni hükümet önümüzdeki yıllarda Avrupa Birliği (AB) siyasetini ciddi şekilde etkileyecek.

Aşırı sağın hem Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde hem de ülkedeki genel seçimlerin ilk turunda kazandığı zafer, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ittifakının başarısızlığı ve dört sol parti tarafından yeni kurulan Yeni Halk Cephesi'ne (NPF) göreceli olarak artan destek, bir sonraki Fransız hükümetinin yapısı ve özellikle de AB politikalarına bağlı kalma isteğine ilişkin ciddi sorular ortaya koyuyor.

İkinci turun ardından ister bir azınlık hükümeti ister Macron ve başka bir siyasi eğilimden bir başbakanın yer aldığı zorunlu bir "kohabistasyon" olsun, her iki sonuç da Fransa'nın AB içindeki ortakları, özellikle de Avrupa'nın ağır topu Almanya açısından pek iyi karşılanmayacak gibi görünüyor.

Öte yandan Fransa, rakip cumhurbaşkanı ve başbakanın birlikte ülkeyi yönetmesine ilk kez şahit olmayacak.

Geçmişte de yaşanmıştı

1986 ve 1988 yılları arasında Sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterand, o dönemde pek de Avrupa hayranı olmayan sağcı başbakan neo-Gaullist Jacques Chirac ile birlikte ülkeyi yönetmişti.

Yine de iki liderin uluslararası alanda ve Avrupa politikaları konusunda çatışan görüşlerine rağmen, Fransa o dönem Avrupa Topluluğu içinde yer alan ülkelerle işbirliği yaparak topluluk içinde tek pazar oluşturmayı başardı.

Mitterand nihayetinde 1988 seçimlerinde rakibi Chirac'a karşı galip geldi. Ancak daha sonra 1993-1995 yılları arasında bir başka neo-Gaullist Edouard Balladur'a başkanlık etmek zorunda kaldı. Yine cumhurbaşkanı sosyalist, başbakan ise muhafazakârdı. Yine de, özellikle AB üzerine siyasi konularda nadiren çatıştılar. Mitterand'ın sağlık durumu kötüydü ve bu ikinci kohabitasyon dönemi siyasi kariyerinin son günlerine denk geldi.

1997 ve 2002 yılları arasında kohabitasyon sırası Cumhurbaşkanı Chirac'a geldiğinde, muhafazakar kamp parlamentonun alt kanadının taktiksel olarak feshedilmesinin ardından yapılan ilk turda parlamento seçimini kaybetti.

Chirac cumhurbaşkanı olarak kaldı ve sosyalist Lionel Jospin, Komünistleri ve Yeşilleri içeren bir koalisyon olan Çoğul Sol ile parlamentoda çoğunluğu sağladıktan sonra başbakan oldu.

İki adam sık sık anlaşmazlığa düşüyordu. AB Konseyi zirvelerine birlikte katılarak, aynı ülkeden bir cumhurbaşkanı ve başbakanın yuvarlak masada birlikte oturduğu bir tür istisna "a la française" yarattılar.

Devlet başkanı ile hükümet başkanı arasında, özellikle dış politika ve AB politikası konularında yetkilerin nasıl paylaştırılacağı konusunda anayasal tartışmalar yaşandı ve tüm bunlar Chirac ile Jospin arasında seçim kampanyalarında sürekli kullanıldı.

Bununla birlikte, 1997-2002 yılları arasındaki kohabitasyon, birlik içinde tek para birimine geçilmesine, 1997'de Amsterdam ve 2000'de Nice olmak üzere iki önemli AB anlaşmasının yapılmasına ve AB tarihindeki en büyük genişleme müzakerelerinin başlamasına katkıda bulundu.

Bu sefer farklı olabilir

Ancak bugün Fransa çok daha derin bir ideolojik bölünmeyle karşı karşıya. Radikal partilerin rolü eskisinden daha büyük ve ülkede siyaset son derece kutuplaşmış durumda.

Her kohabitasyon durumunda sorulması gereken soru, cumhurbaşkanının hedeflerinin rakip başbakanın öncelikleriyle bir şekilde uyumlu olup olmayacağı. Ülkede, liderlerin dikkatlerini 2027'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine çevirmesiyle durum daha da karmaşık bir hal alacaktır.

Liberal, AB yanlısı Macron yakında, ya aşırı sağcılarla ya da solcu Yeni Halk Cephesi'nin daha radikal unsurlarıyla birlikte kohabitasyon kurmak zorunda kalabilir. Her iki siyasi eğilim de ana akımdan uzak. Kohabistasyon durumunda cumhurbaşkanının tek taraflı hareket alanı ise sınırlı.

Paris merkezli Jacques Delors Vakfı'ndan analist Sebastien Maillard Euronews'e verdiği röportajda, "Bu kohabitasyonun bir özelliği, önceki üç kohabitasyona kıyasla, hükümet kurulduktan sonra Macron 2025 yazından önce Ulusal Meclis'i ikinci kez feshedemeyeceğinin biliniyor olması," dedi.

"Yani bu durum cumhurbaşkanının başbakan üzerindeki gücünü gerçekten sınırlıyor çünkü Macron en az bir yıl boyunca başbakanı engellemek için [parlamentoyu] tekrar feshetme düğmesine basamayacak."

Bu arada AB, Macron'un 2017'de iktidara gelmesinden bu yana birçok büyük tartışmanın odağında yer aldı.

Avrupa Yeşil Mutabakatı, iltica paketi, göç mevzuatı ve tarım reformları Fransa'da halen uygulanmayı bekleyen AB politikaları arasında yer alıyor.

Aşırı sağcı bir başbakanla kohabistasyon yapılması durumunda, bu politikaların benimsenmesi Fransa'nın temel siyasi kurumları içinde büyük kurumsal ve siyasi çatışmaları tetikleyebilir ve AB genelindeki süreci süreci etkileyebilir.

Maillard ayrıca, "Avrupa Komisyonu ile basit görüş ayrılıklarından çok daha fazlası olabilir," dedi. "Bu biraz [Macaristan Başbakanı Viktor] Orban benzeri bir tutum olur, özellikle de hükümet AB hukukunun ulusal hukuk üzerindeki önceliğine saygı göstermezse."

İşleri daha da karmaşık hale getirecek olursak, Paris'in Brüksel ile ilişkileri zaten ideal olmaktan uzak.

Mali üçüncü ray

Geçtiğimiz hafta Avrupa Komisyonu, aralarında Fransa ve İtalya'nın da yer aldığı yedi üye ülkeye yüksek bütçe açıkları nedeniyle disiplin süreci başlatacağını duyurmuştu. Eurostat'a göre, Fransa'nın bütçe açığı, 2022'de Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın (GSYH) yüzde 4.8'inden 2023'te yüzde 5.5'ine yükseldi.

AB'nin yürütme organı, hükümetin kamu borcunu azaltma çabalarının şu ana kadar uygun olduğunu ancak Fransa'nın hala kat etmesi gereken yol olduğunu belirtti.

Brüksel'den gelen bu eleştiri, güç kaybeden bir cumhurbaşkanı ile solcu ya da aşırı sağcı bir hükümet arasında kamu maliyesinin önemli bir gerilim noktası haline gelebileceği ve sonucunda yönetimde oluşabilecek istikrarsızlığa karşı bir uyarı gibi görünüyor.

Fransa'daki partiler, politikaların kabul edilmesi ve uygulanması pahasına meclis tartışmalarına saplanıp kalırlarsa, AB'nin ekonomik ve parasal stratejilerini önümüzdeki yıllarda geciktirebilirler.

KU Leuven'de AB Politikaları alanında öğretim görevlisi olan Wouters Wolf Euronews'e verdiği röportajda, "Önümüzdeki birkaç yıl içinde Avrupa'da pek çok yatırıma ihtiyaç duyulacak. Asıl soru ise Avrupalı liderlerin bu yatırımları yapacak cesareti gösterip gösteremeyecekleri ve bu yatırımları güvence altına alacak mekanizmaları ve temelde parayı bulup bulamayacakları," dedi.

"Kendi ülkelerinde baskı altında olan, bütçe ve mali kaynaklar açısından da baskı altında olan liderleriniz varsa, özellikle Fransa'da, buna çok fazla siyasi belirsizlikle karşılık verecekler ve bu da Fransa'nın maliye politikaları üzerinde baskı yaratacaktır."

Birliğin genel ekonomisinin yeniden dengelenmesi, savunma sanayinden yüksek teknolojili üretime ve çevresel faktörlere kadar pek çok sektörde daha fazla kamu yatırımı gerektirecektir. Bu tür iddialı politikaları finanse etmek için AB'nin kamu finansman modelini değiştirmesi gerekecek ve bu da başta Fransa ve Almanya olmak üzere AB üyesi ülkelerin birlik içindeki geleneksel işbirliklerini daha da geliştirmeleri gerektiği anlamına geliyor.

Hükümetlerin iç politikada zorlandığı bir siyasi ortamda uzlaşma ve ortak bir tutum mümkün olabilir mi?

Wolf ayrıca, "Teknokrat bir hükümet gerçekten de bu konuların bazılarını depolitize edebilir. Yapılması gereken bazı reformlar adına suçu üstlenebilir ve bence bu en iyi senaryo olur," dedi. "Sorun elbette Fransa'nın böyle bir geleneğe sahip olmaması. Asıl soru bunun ne ölçüde mümkün olduğudur."

"Bence bu ancak birkaç ay sürecek istikrarsızlıktan ve belirli bir siyasi çözüme ulaşılamamasından sonra mümkün olacaktır. Ancak günün sonunda Fransa ve tüm Avrupa için en iyi senaryo bu olabilir," diye ekledi.

2024-07-02T18:34:30Z dg43tfdfdgfd